Eskinin kokusu burnumuzda tüterken, yeni dünya düzenine ayak uydurmaya çalışıyoruz. Değişen dünya düzenine ne isyankar olabiliyoruz, ne müteşekkir…

Ortada asılı kalmışlık hissediyoruz. Taraf olmayan bertaraf mı olacak(?) kaygısıyla yeni düzende salınıp gidiyoruz. İklim krizleri, enflasyondaki dalgalı deniz halleri, ekonomideki kabak tadı, pandeminin ruh halleri üzerindeki ağırlığı, gelişen teknoloji ve beraberinde getirdiği sosyal hayatların yarattığı asosyal düzen tüm insanlığı iliklerine kadar sarsmış durumda…

Can-ı gönülden, fakat at gözlüklerini takmadan, inanıyoruz ki ’ne varsa eskide var…’. Ve fakat günümüz şartları gereği harmanla(n)mak mühim. Elimizde tuttuğumuz yeni ’sosyal hayatlarımız’ sayesinde kocaman bir Doğu-Batı sentezlenmesinin arasında salınıp gidiyoruz. Anneannelerimizin, dedelerimizin kulağımıza küpelenen söylemleri, köylünün ekme-biçme çabası, elde öğütülen buğdaylar, kırmızı toprağın bereketi, doğayla iç içe yaşam git gide kıymetlenirken, ekranı yukarı kaydırmalar, sesimizi sosyal mecralardan duyurma çabası, tabletten kitap okumalar, sanal sohbet odalarında dertleşmeler ve bunun gibi bir çok örnek  karşı çıkılabilecek gündelik hayat unsurları olmaktan çoktan çıktı. Karşı çıkan ötekileşiyor ve hatta ‘kaybediyor’ gibi lanse ediliyor, belki bir zaman sonra silinip gidiyor olacak.

Dünya üzerinde bilinmeyen bir sır veya bakir kalmış kafa dinlemelik bir köy kalmadı gibi duruyor… 

Teknoloji güzel bir olay, hatta akıl almaz müthişlikte! Amma ve lakin toprağı eşeleyip kokusuna varmakta harika. Çocuğun bezini hem indirimli hem de ayağına kadar getiren, cebini düşündüğünü tek hissettiğin mecranın ekranı durmadan yukarı kaydırtması da saygı duyulası, ama yarın öbür gün çocukların el değmemiş tohumların tadına bakabilmesi de çok mühim. Hazır yemekler, kimyasal kozmetikler, yarınlar yokmuşçasına kullanılan plastikler, beynimize kadar etkilendiğimiz tüm radyasyon yayan araç gereçler, hızlı tüketim çılgınlığı, her şeyin çok hızlı ve hiç düşünülmeden sömürülmesi, doğrudan ya da dolaylı yönden dünyaya günden güne bırakılan karbon ayak izleri; asla ve katiyen göz ardı edilmemesi gereken konular!

”Nasıl iyileştirebiliriz?’’ konusu çetrefilli, fakat imkansız olmayan bir konu. Bilinçli olan her insanın ‘iyileştirme’ konusunda ruhu oldukça yorulmuş durumda olsa da, pes etmek yok.

Çünkü bu oyunu topraktan elini çekmeyen kazanacak…

Doğaldan ne olursa olsun uzaklaşmayınız. Doğalı ve doğayı eskiye sahip çıkarak daha kolay yakalayabileceğinizi görebilirsiniz. Topraktan elinizi çekmeyin, geçmişten uzaklaşmayın, kitap kokusunu unutmayın. Genetiğiyle oynanmamış bir buğdaydan yapılmış ekmeğin mutlaka tadına bakın. Çok güzel bir köy patatesi yiyin mesela. ‘’Vakit mi var yahu!?’’ demeden doğa yürüyüşlerine çıkın. Kırsalda yaşıyorsanız rüzgar sizden yana, fakat şehirdeyseniz evinizde bir bitkiye bakın. Yerel üretimi destekleyip, yerinden yöresinden bir un alın evinize mesela. Köylünün çabasını, topraktan elini çekmeyişini her daim destekleyin. Tüm bunları önce kendiniz için, sonra yarınlarımız için yapın. Bir yerden mutlaka başlayın. Sadece Temmuz ayı geldiğinde ‘’Plastiksiz Temmuz’’ kampanyası adı altında plastik kullanmamanız gerektiğini hatırlamayın mesela… Eskileri canlandırın gözünüzde; bir pazar çantası edinin ya da en azından bir fileniz olsun evinizde. Matara kullanmayı alışkanlık haline getirin, misafirliğe giderken güzel bir sepetin içine 1 kg elma koyup götürün mesela… Eskileri atmayın, dönüştürün ve dönüşün. Denge yakalayın. Geçmişle günümüzü dengeli bir şekilde harmanlayabilirsek ne güzel işler, ne güzel aşlar, ne güzel yarınlar çıkacak ortaya, inanın…Pembe domatesin tadını unutmak istemiyorsak, köylü yoksulluktan ötekileşmesin istiyorsak, yarın nefes alabilmek, cam gibi denizlerimizde yüzebilmek, güzel bir ekmeği bölüşebilmek istiyorsak topraktan elimizi çekmeyelim.

Doğa tüm insanlığa bu kadar kucak açmışken, yeni dünya düzenine kendimizi bu kadar kaptırıp ona haksızlık etmek olmaz…

Şimdi bu oyunu kazanmak isteyenler, kaleye mum değil, toprağa bir fidan diksin.

Öne çıkan blog yazılarımız